Musa’ya bir delikanlı dedi ki: “ Hayvanların dillerini öğrenmek istiyorum. Bu suretle kurdun, kuşun sözlerini duyayım da dinime ait işlerde ibret sahibi olayım çünkü ademoğullarının bütün sözler, suya ekmeğe şana şerefe ait. Belki hayvanların bu dünyadan göçme zamanındaki tedbirleri, bu tedbirler yüzünden başka bir dertleri var!”
Musa “ Hadi efendim, hadi vazgeç bu hevesten bunun önünde sonunda pek çok tehlikesi var. ibret almayı, uyanmayı Tanrıdan dile, kitapdan, sözden, harften, duraktan değil!” dedi. Adam, Musa men ettikçe kızıştı, üstüne düştü. Zaten insan, bir şeyden men edildi mi, o şeye haris olur, büsbütün üstüne düşer!
Dedi ki. “ Ya Musa, nurun parlayınca her şey kadrini, kıymetini, senin sayende buldu. Beni bu muradımdan mahrum etmek lütfuna düşmez ey cömert er! Bu zamanda tanının vekili sensin. Muradımı vermezsen beni meyus edersin.” Musa “ Yarabbi, taşlanmış Şeytan,bu saf adamlar alay mı ediyor? Öğretsem ziyankarlardan olacak, öğretmesem gönlüme bir kötülük gelecek” dedi.
Tanrı dedi ki. “ Ya Musa, öğret çünkü biz keremimizden hiçbir duayı asla reddetmeyiz. Musa dedi ki: “ Yarabbi, sonra pişman olacak, elini dişleyecek, elbiselerini yırtacak. Kudret, herkesin harcı değil. Aciz, Tanrıdan çekinen kişiye en iyi sermayedir. Eli bir şeye erişmeyen Tanrıdan korktu, çekindi.
Kendisini ibadete verdi. Yoksulluk işte bu yüzden daima övünülecek bir şeydir. Zengin zenginliği yüzünden Tanrı kapısından ret edildi. Çünkü kudreti var; sabrı terk etti, dilediğini yapıverdi! Acizlik, yoksulluk, insana hırslarla, gamlarla dolu olan nefis belasından aman verir.
Gam olmayacak dileklerden meydana gelir. Çünkü gulyabanilere avlanmış olan insan, o olmayacak dileklere alışmış onlarla huylanmıştır. Toprak yiyen, toprak ister; o biçare gülbeşekerden hoşlanmaz; gülbeşekeri hazmedemez!”
Tanrı Musa’ya “ Ya Musa, sen onun dileğini ver de eline aç, dileğini yapsın!” dedi. Dileğini yapmak kudreti, ibadetin tuzudur, lezzetidir. Yoksa bu gökyüzü de ihtiyarsız dönüp durmada. Fakat düşünüşünden dolayı ne bir sevaba girer ne bir günaha. Çünkü hesap vakti sevap da ihtiyari olarak yapılan işe verilir azap da!
Zaten bütün alem Tanrıyı tespih eder. Fakat bu zoraki tesbihten bir sevap elde edilemez. Erin eline kılıcı ver, onu acizlikten kurtar, onu kudret sahibi yap da ya gazi olsun, ya yol kesici eşkıya! Adem “ Kerremna” sırrına dilediğini yapabilme kudretiyle erişti. İnsanların yarısı bal arısı oldu, yarısı yılan! Müminler, bal arısı gibi bal madeni oldular. Kafirler, yılan gibi zehir madeni. Çünkü mümin, seçilmiş, helal otlar yer, tükürüğü bile bal arısı gibi hayat verir!
Kafire gelince, irin şerbeti içer, gıdasından da zehir meydana gelir. Tanrı ilhamına erenler, hayatın ta kendisi kesilirler, hava ve hevesle süslenenlerse ölüm zehiri! İyilik ederler, uyanık hareketleriyle kendilerini korurlarda o yüzden övülürler, takdir edilirler. Cihandaki bu medihler, bu takdirler, hep ihtiyar yüzünden meydana gelir.
Külhaniler, zindanda oldukça Tanrıdan çekinirler, zahit olurlar, Tanrıya anarlar! Fakat kudret gitti mi amel kesata uğrar. Kendine gel de ecel, sermayeyi elden almasın! Kendine gel kudretin, kar elde etmek için bir sermayedir. Kudret zamanını kaçırma, kıymetini bil! İnsan “ Kerremna” kır atına binmiş, ihtiyar dizginini de akıl eline vermiştir.
Musa, tekrar ona şefkatle öğüt vererek “ İstediğin seni mahcup eder, yüzünü sarartır. Gel bu sevdadan vazgeç, Tanrıdan kork. Şeytan seni aldatmış, o sana ders vermiş!” dedi.
Adam “ Bari hiç olmazsa kapı dibinde yatıp duran ev bekçiliği eden köpekle kümes hayvanlarının dileklerini öğret” dedi. Musa dedi ki. “Hadi peki bu ikisinin dillerini anlayacaksın, yürü git!” adam, sabah çağı bakalım sahiden dillerini öğrendim mi anlayacak mıyım ki? Diye kapısının eşiğinde beklemekteydi.
Hizmetçi kadın sofra örtüsü silkelerken bir lokmacık bayat ekmek de düştü. Ekmek parçasını horoz, hemencecik kapıverdi. Köpek dedi ki. Sen bize zulmettin. Buğday tanesi de yiyebilirsin. Halbuki ben yiyemem ki yerimde, yurdumda bundan acizim ben. Sen buğday da yiyebilirsin, arpa da darı, mısır gibi başka şeyler de. Halbuki ben bunları yiyemem. Böyle olduğu halde bizim kısmetimiz olan şu bir parçacık ekmeği bile kapıyorsun!
Bu sözü duyan horoz, “ Merak etme, Tanrı sana buna karşılık başka şeyler verir. Bu ev sahibinin atı sakatlanacak, yarın sabah adamakıllı doyacaksın, kederlenme. Atın ölümü, köpeklere bir bayram olacak çalışıp çabalamadan bir hayli rızık dökülüp kalacak” dedi. Adam, bu sözü duyunca derhal atı sattı. Horozun dediği çıkmadı, köpeğe karşı mahcup vaziyette kaldı.
Ertesi günü yine horoz, ekmeği kapınca köpek ağzını açtı, dedi ki. “ A düzenbaz horoz bu yalan niceye birebir? Niceye bir bu zulüm karlık, bu yalancılık, bu kara yüreklilik? Hani at sakatlanacak dediydin nerede? Sen düzenci körün birisin, sözünde hiçbir doğru yok!” her şeyden haberi olan horoz, köpeğe “ Atı sakatlandı, sakatlandı ama başka yerde. Atını satıp ziyandan uğrayacağı ziyanı başkalarına yükletti. Fakat yarın katırı sakatlanacak, o nimet, ancak köpeklere nasip olacak” dedi.
O haris adam, hemencecik katırı da sattı, dertten de kurtuldu, ziyandan da. Üçüncü günü köpek, horoza dedi ki: “ Ey beyliği davulla dümbelekle ilan edilen yalancılar beyi hani nerede vaadin?” horoz, “ Acele katırı da sattı. Fakat yarın kölesi ölecek. Ölünce de akrabası, yoksullara köpeklere ekmekler dağıtacaklar” dedi.
Adam, bunu duyunca köleyi de satıp ziyandan kurtuldu, yüzü parladı, neşelendi. Şükürler etmekte, alemde üç ziyandan da kurtuldum. Kümes hayvanlarıyla köpeklerin dillerini öğrendim de kötü takdirlerde kendimi kurtardım demekteydi. Ekmekten mahrum kalan köpek, üçüncü gün “ Ey tek, çift atıp duran herzevekil ve yalancı horoz!
Yalanın düzeni niceye bir sürecek? Sen yalandan başka bir söz söylemez misin?” dedi. Horoz dedi ki: “ haşa ne ben yalan söylerim, ne benim cimsimden olan öbür horozlar. Biz yalandan yummuş, arınmışız! Biz horozlar, müezzinler gibi doğru söyler, güneşi gözetler, vakit geldi mi ki diye bekler dururuz.
Bizi bir leğen altına kapatsalar yine içten içe güneşi gözler, onun nerede olduğunu anlarız. Veliler güneşin bekçileridir. İnsanlar içinde Tanrı sırlarını bilir, anlar onlar. Tanrı ,bizi namaz vaktini bildirmek üzere adem oğluna hediye etmiştir. İçimizden biri yanılır da vakitsiz öterse o ötüşü ölümüne sebep olur. Vakitsiz” haydin namaza” dememiz, kanımızı mübah eder.
Masum olan, yanılmayansa ancak vahye mazhar olan can horozudur. Kölesini de sattı. Köle satılır satılmaz öldü, alan da iki kat ziyana girdi. Malını kaçırdı ama iyi bil ki kendi kanına girdi. Bir ziyana uğramak bir çok ziyanları def edecekti. Cismimiz, malımız, canlarımıza fedadır, canımıza gelecek bela, cismimize, malımıza gelir. Gazaba uğradın mı padişahlara malını verir, başını kurtarırsın. Fakat iş bilmez cahil misin? Kazaya düşünce padişahtan malını kaçırmaya kalkışırsın.
Fakat şimdi de yarınki gün ev sahibi ölecek. Mirasına konan feryat ve figan bir öküz kesecek. Yarın adam ölünce sana epeyce yemek düşecek. Köyde halk da, ileri gelenler de kurban etleri, lalangalar, yemekler yiyecekler. Yoksullara, köpeklere bir hayli öküz eti, koca , koca ekmekler dağıtılacak.
Atın eşeğin, kölenin ölümü bu ham mağrura gelecek kazayı defedecekti. Fakat o malının ziyan olmasından ve bu yüzden derde düşmesinden kaçtı, malını çoğalttı. Çoğalttı ama kendi kanına girdi. Dervişlerin bu riya zatları neden? Çünkü cisme verilen o eziyetler, canların bakasına sebep olur. Salik, ebediliğe erişmese nasıl olur da tenini hastalıklara uğratır, helak eder?
Ruhu karşılığında elde edeceği şeyleri görmese insan elini açar da cömertlik eder, ibadette bulunur mu? Kar ummaksızın veren ancak Tanrıdır. Tanrıdır, Tanrı. Yahut da tanrı huylarıyla huylanmış olan nur olan Tanrı Parıltısını elde eden Tanrı velisi. Çünkü o ganidir, ondan başka herkes yoksul, bir yoksul, karşılık ummadan al diyebilir, mal verebilir mi? Çocuk elmayı görmedikçe kokmuş soğanı elinden bırakır mı hiç?
Bütün bu alışverişlerde maksat var. herkes bir şey elde etmek için dükkanına geçmiş, kurulmuştur. Yüzlerce güzel matahlar gösterir, gönlünden elde edeceği karşılığı düşünür durur. Ey din ulusu, bir selam bile duymaksızın ki selam veren, sonunda yenini, yakanı yakalamasın. Kardeş, ben halkın ileri gelenlerinden de geri kalanlarından da tamahsız bir selam bile işitmedim vesselam!
Yalnız Tanrının selamında bir tamah yoktur, işte o kadar. Sen ev, ev yer, yer onu ara, gaflet etme! Ben ağzı güzel kokan adamın ağzından hem Tanrı haberini duydum, hem Tanrı selamını! Bu Tanrı erlerinin selamını da canla, gönülle kabul eder; Tanrı selamını onların selamından duyar, içerim.
Çünkü onun selamı da Tanrı selamı olmuştur. Çünkü kendi varlığını ateşlere atmış, yakmıştır. Kendi varlığından ölmüş, tanrıyla dirilmiştir. Onun için Tanrı sırlarını iki dudağının arasından çıkıp durmadadır. Riyazatta tenin ölümü diriliktir. Bu bedenin eziyet çekmesi ruha ebedilik verir. O habis herif de horoz ne diyecek diye kulak vermiş dinliyordu.
Bunları duyunca ateşlenip koşa, koşa Musa Kelimullah’ın kapısına dayandı. Korkudan kapısının toprağına yüz sürmekte, ey Kelim, feryadıma yetiş demekteydi. Musa, “ Yürü yüzünü yerlere döşe de kurtul. Mademki usta oldun, kuyudan sıçra çık! Hadi Müslümanlara ziyan ver, keseni, dağarcığını iki kat doldur. Ben sana aynada görünen bu kaza ve kaderi kerpiçte gördüm.
Akıllı kişiye, sonda görülecek şey önceden görünür, gönlüne doğar; bilgisiz kişiye sonunda!” dedi. Adam tekrar feryat edip dedi ki. “ Ey iyi ahlaklı lütfet. Başıma kakma yüzüme vurma. Ben iyiliğe layık bir adam değilim, ancak öyle hareket edebilirdim, ettim de. Sen benim liyakatsizliğime iyi bir karşılık ver, lütfet.”
Musa “ oğul şastten bir okur fırladı, geri gelmesi adet değildir ki. Fakat bir iyilikte bulunmak isterim; ölüm zamanı imansız kalmayasın, imanlı ölesin, imanı yoldaş edindin mi dirisin, imanla gittin mi ebedisin” dedi. Tam bu sırada adamın hali değişti gönülü bulandı, leğen getirdiler. Bu yemekten meydana gelen gönül bulantısı değil, ölüm alameti1 a ham betbaht, kayetmenin ne faydası var sana?
Dört kişi alıp evine kadar götürdüler. Adamcağızın ayakları birbirine dolaşıyordu. Musa’nın öğüdünü dinlemiyor, halifelikte bulunuyorsun ha. Fakat kendini çeliği sağlam bir kılıcın üstüne atıyorsun! Kılıç, seni canın alıverir, hiç utanıp sıkılmaz. Kardeş, bu senin layığındır, layığın.
Musa, o seher çağı duya başladı: “ yarabbi, sen onun imanını alma. Padişahlıkta bulun, bağışla onu o yanılmış şaşırmış haddini bilmemiş haddinden fazla ileri gitmiş. Bu bilgi, senin harcın değil dedim ama sözümü anlamadı, başımdan savuyorum sandı. Sopasını ejderha yapabilen kişi ejderhaya el atabilir. Dudağını yumup söylemeyen sırrı gizleyebilen gayb sırrını öğrenebilir.
Su kuşundan başka kuş denize atılmaz, artık anlayıver, doğrusunu tanrı daha iyi bilir. O da suda yaşayan kuş olmadığı halde denize atıldı, boğuluyor, ey merhametli Tanrı sen elini tut!”
Tanrı dedi ki. “ Peki imanını bağışladım. Hatta dilersen şimdi dirilteyim de. Değil yalnız onu hatırın için bütün ölüp gömülmüş olanları dirilteyim. Musa “ Yarabbi, bu dünya ölümlü dünyadır, sen onun o aydınlık alemde dirilt. Bu fena dünya varlık dünyası değil. Sonunda yine ölecek değil mi ariyet dirilmede ne fayda var?
Sen şimdi onlara gözlerden gizli olan “ Ledeyna muhdarun” yurdunda rahmet saç!” dedi. Ey insan, cisim ve mal ziyanı, cana faydadır, canı vebalden kurtarır. Sen de riyazata canla başla müşteri ol. Tenin riyazata verdin mi canını kurtardın demektir. Ey bahtı yaver kişi, gönlüne ihtiyatsız riyazat isteği secdeye baş koy, şükranelikler ver. Mademki tanrı, o riyazat isteğini verdi, şükürler et. O istek, sana kendiliğinden gelmedi, seni “ Kün” emriyle riyazata o çekti.
Bir kadın vardı, her yıl bir çocuk doğururdu. Fakat çocuk, altı aydan fazla yaşamazdı. Üç aylıkken, yahut dört aylıkken ölür giderdi. Kadın feryat ederek dedi ki. “ Yarabbi, bu çocuklar bana dokuz ay yük oluyor, üç aycağız da ferahlık veriyor. Bana verdiğin nimet eleğim sağmadan da tez geçip gidiveriyor!”
Tanrı erlerine ağlayıp yalvarmakta, çocuklarının ölümünden şikayet etmekteydi. Bu suretle tam yirmi oğlu öldü, ciğerine bir yaman ateştir düştü. Nihayet bir gece o kadına rüyasında yemyeşil güzel, kusursuz edebiyet yurdunu, cenneti gösterdiler. Keyfiyete sığmayan nimete cennet dedim.
Bağ bahçe dedim. Çünkü orası, nimetlerin de aslıdır, bağların bahçeleri de toplandığı yer. Yoksa ne bağı? Orada öyle şeyler var ki gözler görmemiştir. Tanrı da gayb nuruna çırağ demiştir. Bu ancak bir misaldir, onun misli değil. Bu misal de anlamaktan aciz olan bir koku alsın, anlasın diye getirilir.
Hulasa kadıncağız, cenneti görüp mest oldu. O teselliye uğrayınca elden çıktı, kendinden geçti! Köşkün birinde adının yazılı olduğunu gördü, o aşık orasını kendinin sandı. Sonra ona dediler ki: “ Bu nimet, canını feda etmede doğru olan ve bu fedakarlıkta doğruluktan ayrılmayan kişinindir.
Bir hayli hizmet gerek ki sen de bu kuşluk kahvaltısından yiyesin! Fakat sen, Tanrıya sığınmada tembellik ediyorsun. Tanrı da ona karşılık olarak sana o musibetleri verdi.” Kadın “ Yarabbi, yüzyıl, hatta daha fazla bir müddet benden kan dök, evlatlarımı öldür, razıyım” dedi.
Yavaş, yavaş adım, adım o bahçeye girince bütün çocuklarını orada gördü de, dedi ki. “ Yarabbi, ben kaybettim ama sen kaybetmemişsin!” evet insan, gaybı gören göze malik olmadıkça insan olamaz. Sen istemezsin, sebep olamazsın ama burnun kanar, bir hayli de kan akar. Derken ateşin geçer, kurtulursun. Her meyvenin içi, kabuğundan iyidir. Teni de kabuk, sevgiliyi iç bil! İnsan, pek latif bir içe maliktir. İnsansın bir an olsun onu ara!